Geçtiğimiz günlerde AKP 23 Kuruluş yılını kutladı.
2002 yılında girdiği seçimlere girdiği günden bu yana Türkiye’yi yönetmeyi sürdürüyor kesintisiz bir biçimde.
Katıldığı tüm genel ve yerel seçimlerde hep birinci olan AKP 23 yıl sonra ilk kez 2024 yerel seçimlerinde ikinci parti konumuna düştü.
Bu ikicilikte yaşanan Ekonomik Krizin önemli etkisi bulunmaktadır.
Ekonomik krizin de etkisiyle seçimden sonra yapılan anketlerde oylarının giderek düştüğü gözlemlenmektedir.
AKP’nin kesintisiz 23 yıllık iktidarı Türk siyasi hayatında yaşanan bir rekor tabi ama çok kötü yönetilen 23 yıl.
23 yıllık AKP iktidarı değerlendirildiği zaman ilk dönemine göre çok büyük değişim gösterdiği belirgin bir gerçektir.
İlk dönemine göre yaşanan büyük değişimden Türkiye Cumhuriyeti olumsuz yönde etkilenmiş ve Türkiyede yeni bir düzen kurmaya çalışmış bunda da kendince başarılı olmuş sayılabilir.
Necmettin Erbakan’la siyaset yapan ancak Erbakan’ın yasaklanması sonrasında Fazilet Partisi’nde kongreyi kaybeden Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener’in öncülüğünde kurulan AK Parti, Atatürk’ün kurduğu kuvvetler ayrılığına dayalı demokratik, laik, sosyal hukuk devleti yerine İslamcı yönü ağır basan bir düzen kurulduğu gözlemlenmektedir.
AK Parti önce Abdullah Gül ve sonra “Milli Görüş gömleğini çıkardık” diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik başta olmak üzere temel niteliklerini geri plana atarak devlet ve toplum yaşamında dini değerleri esas almayı hedefleyen politikalar izledi ve bu yolda önemli bir mesafe katetmiştir.
İlk dönemi olan 2002-2007 döneminde İslamcı hedeflerini öne çıkarmayan, aksine Avrupa Birliği değerlerine ulaşmayı hedeflediğini savunan ve bu yönde adımlar atan AK Parti 2007’den sonra değişti.
İlk döneminde demokrat ve özgürlükçü bir siyasi parti görünümü çizdi.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, TSK ve yüksek yargıyla çatışmaya girmekten kaçındı.
Ecevit hükümetinden devraldığı ekonomi programını aynen uyguladı.
TRT’nin bir kanalını Kürtçe yayına ayırdı. DEHAP ve HADEP yöneticileri hakkındaki davaları düşürdü. Devlet Güvenlik Mahkemelerini kaldırdı.
Yüksek Askeri Şura’da ordudan atılmalara şerh koymakla yetindi.
AKP gizlediği hedefi 2007 yılından sonra hayata geçirmeye çalıştı.
Kendini güvende görmediği için “Üçlü vesayet” olarak niteliği Cumhurbaşkanı, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Yüksek Yargı’nın işbirliğiyle kapatılmaktan çekiniyordu. Asıl hedefine ulaşması için bu yapıyı değiştirmesi gerekiyordu.
Varlığını sürdürebilmesi ve siyasal İslamcı ideolojisini hayata geçirmesi için üçlü vesayeti yıkması gerekiyordu.
Daha sonra FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü veya Fetullah Gülen Terör Örgütü) olarak anılacak olan Gülen Cemaati ile işbirliği ve ABD’nin desteğiyle bunu büyük ölçüde başardı.
Aradığı fırsatı AKP 2007 yılında ilk Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinin Meclis’te 367 skandalıyla önlenmesi sırasında yakaladı.
Erken seçim kararı aldı, seçimlerden daha güçlü çıktı ve MHP’nin Meclis Genel Kurulu’na katılmasıyla 367 engeli aşıldı, Gül cumhurbaşkanı seçildi. Böylece üçlü vesayetin bir ayağı kırılmış oldu.
2007 yılında Gülenci emniyet mensupları, savcılar, yargıçlar aracılığıyla açılan Ergenekon, 2010 yılında açılan Balyoz davalarıyla TSK’daki Atatürkçü komuta heyeti, generaller ve amiraller tasfiye edildi. Yerlerine FETÖ’cü subaylar terfi ettirilerek atandı. Üçlü vesayetin ikinci ayağı da böylece kırıldı.
Vesayette üçüncü ayağı oluşturan yüksek yargı ise 2010’da Anayasa’nın referandumla değiştirilmesi sonucu kırıldı. Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) başta olmak üzere yüksek yargı organlarının üyeliklerine FETÖ’yle bağlantılı isimler atandı. Böylece yüksek yargı da iktidarın kontrolüne geçti.
Üçlü vesayet böylece AKP tarafından yıkılmış oluyordu , Cumhurbaşkanlığı görevini önce Abdullah Gül ardından Tayyip Erdoğan devraldı.
TSK ve yüksek yargı da iktidarın hakim olduğu kurumlara dönüştürüldü.
15 Temmuz 2016’da ABD’nin koruması altındaki FETÖ’nün askeri darbe yapmaya kalkışmasından sonra ise Türkiye Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP’nin AK Parti’yi desteklemesiyle yeniden anayasa değişikliğine gitti. 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan, sonuçları tartışmalı bir referandumla cumhurbaşkanlığı-hükümet sistemine geçildi.
Bu sistemde yürütme organının (hükümet) bütün yetkileri tek başına Cumhurbaşkanı’na verildi. Meclis’in yetkileri ve denetim görevi kısıtlandı.
Yargı, siyasi davalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği yönde kararlar almaya başladı. Anayasadaki denge-denetleme kurumlarının, bağımsız olması gereken kurumların içi boşaltılıp işlevsiz kılındı ve bütün kurumlar için kararları fiilen Cumhurbaşkanı vermeye başladı.
Anayasada Türkiye Cumhuriyeti’nin “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” olduğu hükmü yer almaya devam etti ancak fiilen devletin bu nitelikleri rafa kaldırıldı.
Bu yapı Türkiye’nin en önemli sorununu oluşturuyor.
AK Parti 23 yıllık iktidarının sonunda demokratik kurallardan, laiklik ve hukukun üstünlüğü ilkelerinden uzaklaşmış yetkilerin Cumhurbaşkanı’nın elinde toplandığı bir Türkiye yarattı.
Türkiye’nin yeniden demokratik, laik, hukuk devletlerinin oluşturduğu çağdaş devletler topluluğuna katılabilmesi için başta CHP olmak üzere muhalefet partilerine düşen görev ilk seçimleri kazanmak ve demokratik, laik, sosyal hukuk devletini yeniden inşa etmektir.
Saygılarımla